19 Kasım 2013 Salı

Aziz Nesin’den Cimrilik Tutumluk ve ÜRETİM üzerine DERS


Aziz Nesin’den  Cimrilik  Tutumluk ve ÜRETİM üzerine DERS ! (*)

"...Şu insanlardan en tutumlu olanları hangileridir ?  Köylüler mi , sanayi işçileri mi , yöneticiler mi , bürokratlar mı  , teknoktratlar mı ? Hangileri ? Elbette en tutumlu olanları toprak emekçileri olan köylülerdir , tarımcı ve hayvancı olarak .  Niçin ? İlk akla gelebileceği gibi , salt yoksulluktan değil . Zengin de olsa yine tutumludur köylü . Niçin ? Çünkü üretimle doğrudan ilişkilidir , üretim ta içindedir, üretimle içli dışlıdır ; üretim onun canıdır , yaşamıdır, O' nun için yaşamak , üretmek demektir çünkü . Yaşamla üretmek özdeşleşmiştir. Ürettiği her üründe kendi canı da vardır .
...
Köylüden sonra emeğine saygılı olan , sanayi işçisi değil , el tezgahı işçisidir. Çünkü el tezgah işçisi de , köylü kadar değilse de , yine de ürettiği ürüne yakındır , yine içli dışlıdır ürünüyle . Ürünün ürünleşmesi süreci kendi emeğiyle gözünün önünden geçer.
Sanayi işçisine gelince durum değişir. Ne denli büyük sanayinin içindeyse o denli ürettiği ürüne yabancılaştığından , o ürünü kendinden saymaz köylü kadar , ya da el tezgah işçisi kadar ... Bu yüzden sanayi işçisi , köylü ya da el tezgahı işcisi kadar tutumlu değildir.
İnsan üretimden uzaklaştıkça ve ürettiklerine yabancılaştıkça , tutumluluktan da uzaklaşır. Ürün üretenler değil de hizmet üretenler, sanayi işçilerinde daha da az tutumludurlar . Memurlar büsbütün uzaktır üretimden  ve bu yüzden daha az tutumludurlar . Bürokratlar , teknokratlar , en sonda yöneticiler gelir tutumlulukta .
Kısacası köylünün tutumluluğu ile cimriliğin hiçbir alakası yoktur .

( Ya cömertler kimlerdir ? - Bu satırların yazarının ara başlığı olarak - )
Dünyanın en cömert insanları kimlerdir , bilir misiniz ? Söyleyeyim : Hırsızlar , yankesiciler , dolandırıcılar , kaçakçılar , pezevenler , cezaevi ağaları ... Bunlardan sonra da orospular gelir . Orospuları hadi bir anlayışa göre himzet sektörü sayalım ; öbürlerinin üretimle hiçbir ilişkileri olmadığından , aşırı savurgandırlar , hatta savurganlığı çömertlik gibi gösterip çıkarları gereği kullanırlar . 
Yazarlık kadar üretimin ta içinde olan başka hiçbir iş kolu yoktur .Hatta yaşamını salt yazarlıkla kazanan yazar, toprak emekçisi olan köylüden daha da üretime yakındır . "
İşte böyle yazmış mektubunda büyük usta . Bu yüzdendir ki bu yazıyı okurken köyde büyümüş bir köylü çocuğu olmaktan ,  son yirmi küsur yılını yazıda ki tabiri ile – istisnaların kaideyi bozmayacağına yazarda vurgu yapar orjinal metinde -  hizmet sektörünün bir üyesi tanımlarındaki gibi çalışan  biri olarak ve ironi ile ; aynı işte  aynı kurumda, aynı heyecan , motivasyon , enerji ve şevkle  bunca yılı nasıl geçirdiğimizi soran özelliklel genç  arkadaşlara  aslında şahane bir cevabı büyük üstat bundan yıllar önce o usta kalemi ve beyniyle yukarıdaki satır arlarında vermiş . İşin özü : Her ne yapıyorsanız yapın dostlar , karşılığı ÜRETMEK , ÜRETMEK ve yine  ÜRETMEK !  Yaptığımız işi bir bebek gibi büyüttüğümüz geliyor gözlerimin önüne yıllar ve yıllar . Niceler geldi geçti, ne teknolojik devrimler değişimlere geçirdik  her yeni değişim ve devinimde ; işimizin yapısına hep kendimizden bir şeyler kattık , asla sunulanı yeterli bulmadık , hep üstüne kendimizden de birşeyler koyduk  . Bu yüzden şimdi geriye dönüp baktığımızda yaptığımız işin aslında bizim emeklerimizle , ürettiklerimizle ortaya çıkan bir  şey olduğunu görüyoruz . Her aşamasına kendimizi bulduğumuz bizim hikayemiz, bizim hayatımız ve bize ait  olan bir süreç .

 Kısacası hepsi bu yani bizim emeğimiz olan bize ait olan ...

Ne mutlu bize !

Aylak Adam
Kasımın ortası
Gebze – İzmit Yakınlarında ...

(*) Demirtaş Ceyhun’un“ Çağımızın Nasrettin Hocası AZİZ NESİN “ ( Milliyet Yayınları ) isimli kitabının ön sözünde Aziz Nesin’in kendisine yazdığı bir mektuptan , özellikle her ne konuda olursa olsun, insanın yaptığı işe dair herhangi bir şey üretmesinin önemini vurgulayan harika bir yazı .

18 Kasım 2013 Pazartesi

Sonbahar : İstanbul'da Maraton Mevsimi


Hazan mevsiminin en güzel günleri İstanbul'da bu şehirde yaşamanın belki de en güzel ayrıcalıklarından birine de ev sahipliği yapıyor . Bilinen adıyla AVRASYA MARATONU , bu sene ki yeni adıyla şehirle bütünleşmesi ve dünya örneklerinde olduğu gibi  İSTANBUL MARATONU .
 
İlk Avrasya Maratonu halk koşusu katılımını bundan tam 11. yıl önce yapmıştım . Son üç yıldır  10 yaş daha yaşlanmama rağmen halk koşusundan 15. km  koşusuna terfi ettirmiştim kendimi .  Az buz değil tam onbeşbin metre , yaklaşık onbeşbin adım ... Ama sonucunda  inanılmaz bir haz, mutluluk , gurur , muthiş fiziksel yorgunluğa rağmen  kendini iyi hissetme duygusu .  Yaşadığınız deneyim de cabası .
 
Yetmiş iki milletten insan , şahane bir manzara , harika bir parkur , müthiş bir enerji .
 
Ayrıca çalıştığım kurumun sponsorluğunda  Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği'ne yardım amaçlı ve bu sayede topladığım maddi destek katkılarının tüm manevi sorumluluğuda  benimle beraber koşuyor .  Ancak bu manevi sorumluluk yük olmak yerine bana güç veriyor .  Üç yıl önce 1.33.00 civarları derecem, geçen yıl 1.27.00 civarlarına gelirken bu yıl  . Sultanahmet'den Eminönü'ne çekilen ve son kilometreleri nedeniyle nispeten daha rahatlayan parkurda 1.24.41 'lik benim için çok iyi bir dereceyle sonuçlanıyor  ...  Yani üç yılda " 9 dakikalık" bir gelişme benim için 40'lı yaşların üzerindeyken gelen inanılmaz bir başarı doğrusu . Bunun tek bir sebebi var ki , nispeten de olsa düzenli olarak spor yapmaya gayret etmem ( koşu ) ve hepsinden önemlisi bunu  herhangi bir sebeple değil , spor sevgisi, koşma sevgisi ve tutkusu sebebiyle yapmış olmam .
 
Koşu için hazırladığım özel tişörtümde ayrıca  birçok başka değer verdiğim unsur içinde koşmuş olmak başka bir manevi hazzı da beraberinde getiriyor .  Şunu kesin olarak söylemeliyim ki , spor yapmak ama hangi spor olursa olsun ve hangi yaşta olursa olsun , tek amacı spor sevgisi ile yapıldığı müddetçe insana tahmin edildiğinde de fazla değer katan bir olguya dönüşüyor .
 
Gerçekten de  sonbahar mevsiminin en çok yakıştığı şehirlerden biri olan İstanbul'da  bir kıtadan diğerine koşarak geçerken , aynı zamanda dünya çapında bir spor etkinliğinde rakipleriniz kadar kendinizle de  yarışıyor olmak büyüleyici bir keyif .
 
Ben koşuyorum ve koşmaya da devam edeceğim . Hep  birşeylerin uğrana koşmak gibi , sonunda ne elde edeceğimi kestiremesem de yaparken ne kazandığımı çok iyi biliyorum ! 
 
Sloganımda daima sabit kalacak ama koşuda yanımda taşıyacaklarım arada değişebilecektir, bakalım gelecek yıl kimlerle koşacağım , merakla bekliyor olacağım .
 
Bu arada çılgınca bir fikirde aklımdan geçmiyor değil  " Acaba diyorum ileri ki birkaç yıl içinde Maraton yani 42 Km koşabilir miyim ? ÇOK ÇILGINCA ama niye olmasın ? , 4,5 saat  ile hedef koymaya başlayabilirim mesela :) )
 











Indian Runner  
( Run For / too many things )
Aylak Adam

2013 KasımAyının ortaları
İstanbul


15 Kasım 2013 Cuma

Bir karışık kaset ya da bir kitap : Ölümüne Sadakat - Nick Hornby


Bir kitaba uzandı elim , yazarı tanıdık ve samimiydi . Kapaktaki eski bir müzik kasetinin fotoğrafı , dağılmış bantları beni sardı ve kitapla kasetin içinde keyifli bir okuma yolculuğuna çıktım .

Siz de buyurun ,

Hangisi önce başladı, müzik mi , ıstırap mı ? Istırap çektiğim için mi müzik dinliyordum ? Yoksa müzik dinlediğim için mi ıstırap çekiyordum ? İlk aşk ayrılıklarından birinden sonra düşünürken … Ve fonda Neil Young’dan “ Only love can break your heart” , Smiths’den  “ Last night I dreamed that somebody loved me “ , “ Love Hurts” , “ She’s gone “ …  ( Kitaptan alıntı )

İnsan potansiyeli . Tüm bileşenlere sahipsin . Canın sterse sevilesi biri olabiliyorsun. Canın isterse insanları güldürebiliyorsun ,nazik birisin,birinden hoşlandığına karar verdiğinde , o insan kendini dünyanın merkezindeymiş gibi hissediyor ve bu çok seksi bir duygu . Sorun şu ki , genellikle canın bunların hiçbirini istemiyor … Senin tek yaptığın , hiçbir şey yapmamak ! ( Kitaptan alıntı : Sevgilisi kahramanımızı analiz ederken …)

Şahane bir vurgu daha : İnsanlar silahla oynayan , şiddet dolu filmler izleyen gençler için kaygılanıyorlar , geleceklerini şiddet ele geçirecek diye ama kimse kırık kalplerden , aşk acısı ve hüznü yaşayan çocuklar için ve onların duygularını anlatan binlerce kelime ve şarkı dinleyen bu çocuklar için kaygılanmıyor . Romantizm söz konusu olduğunda tanıdığım en mutsuz insanlar müzikten ( pop\rock) en çok hoşlananlardır .  (Kitaptan alıntı )

Kahramanımız orta düzey bir Londralı  , örneğin kitap tercihlerine bir göz atacak olursak fazlaca  kasmadığını görebiliyoruz  , orta düzey ve matrak konuları seçiyor, pek iddialı bir okur olduğu söylenemez . İşte birkaç örnek  -hepimizde çokça görüleceği üzeri - : Raymond Chandler – Büyük Uyku ( Arka sokaklarda geçen bir polisiye ) ,Thomas Harris – Kızıl Ejder , Douglas Adams – Otostopçunun Galaksi Rehhberi desek yeter sanırım. Benim listemde  Jack kerouac'dan Yolda , Zen Kaçıkları , İngvar Ambjörnsen'den Beyaz Zenciler ilk üçe girer herhalde ... 

Ya filmler : En sevdiği 5 Amerikan Filmi  ( Bu arada kitapta  her şeyin ilk beşini yapmak bir takıntı, tüm kitapta harika ve matrak  5’ler bulacaksınız  )  : Baba , Baba2 , Taksi Şöförü , Sıkı Dostlar , Resarvuar Köpekleri ,  bilmem anlatabildim mi ?  ( Kitabın yazıldığı tarih olan 1990’lar başı itibarı ile ) . Benim kilerden bazıları ise şöyle , Katil Doğanlar , Arizona Dream , Kurtlarla Dans  ...

Hikaye şu ,

90’ların başı Londra’nın arka mahallerinden birinde bir plakçı dükkanı (Championship Vinly ). İşin özü  plak satma , kayıt kaset ya da karışık kaset yapıp çekme zamanları . Otuz beşinci  yaşını devirmek  üzeri olan , sevgilisince terk edilmiş  , terk edilmişliklerinin  muhasebesini yapan ,  kaybedenler kulübüne girmeye ramak kalmış, ama direnen ;  esprili , sevimli , rahat ve  batak  bir patron . Dükkanın sahibi görünmek dışında nasıl bir patron ise artık !  İki takıntılı müzik hastası çalışan  ( Rahatsız ve hafif arıza Barry ile  sessiz sakin ama utangaç Dick )  .  Dükkanda işler kesat ,müşteri olmayınca konu kendi aralarında  müzik ya da hayat tercihleri üzerine tartışma , didişme  , buradan çıkan şarkılar ile  gruplar üzerine harika ve çok tanıdık tartışmalar ve diyaloglar .  Her konuda yaptıkları meşhur ilk  beşleri bunların en güzel örnekleri  . Bu bana da  Led Zeppelin mi , Deep Purple mı yoksa Black Sabbath tartışmalarımızı hatırlatıyor ve  burada bir Smoke On The Water benim cevabım oluyor sanırım  ...

Terk edilmişliklerin hüznü  - Black Sabbath ve "She's gone" diyorum kesinlikle ki yazarın listesinde de yer alır, birde isteğe göre Nirvana 'dan bir  " Hey Girl , where did you sleep last night " durumu uyar sanırım - , aşk acılarının getirdiği yeni limanlara yelken açma mücadeleleri ; hem komik , hem de aynı duyguları yaşayanların tahmin edeceği tanıdık tiplemeler , simalar , kaygılar ve, tripler , tripler , tripler  … İçsel kaygıların , dışsal davranışlarla savaşı , içinden çıkılmaz durumlar , bunalımlar , kaybedilmişlik , hiçlik duyguları ama yok olmayan bir piçlik de cabası . Zeka dolu oyunlar , anekdotlar , okuyucuya gülümsetirken düşündürecek diyaloglar da unutulmasın , merak edin diye not düşmeliyim J  . Kendini Rüzgara bırakılmış hissi veren ve tanıdık hayat tarzları . Pearl Jam 'dan bir " Alive " iyi gider mi ?

Ha Londra , ha İstanbul !  Kitabı okurken  yazarın tarzı , samimiyeti , açık ve akıcı dili beni alıp yıllar öncesine,  İstanbul’un benzer zamanlarına, tozlu caddelerin zula köşelerindeki kayıt kaset tezgahlarına , Kadıköy'e , Bakırköy'e , Teşvikiye'ye , Beyazıt'da üniversitenin önünde ki saatlerce soğuk kar demeden başında nice şahane anlar geçirdiğimiz kaset tezgahının başına götürüyor . Fahri , Ogün, Tarık , Ayhan Abi , Fuat ve nice tanışıklığımızın sebebi olan diğer dostluklara .  Sonrası Taksim’de doğan yeraltı  rock kültürünün ilk yıllarına , o eski pavyonlardan , meyhanelerden ,ocak başlarından devşirme salaş barlara - Eksi Kemancı , Has-sick-The-RR, Gitane, Haydar , Gitar , Caravan'a  ve sonraları Baraka'da ki  o eski ve çılgın rock gecelerine  - saatlerimizi ,günlerimizi, haftalarımızı ,aylarımızı geçirdiğimiz,  plakların, cdlerin , kayıt kasetlerin içinde  , en iyilerimizi  (Best Of'lar , Greatest Hits'ler) yapma uğraşlarına . Her en iyiyi  dostlarımıza ,sevgililerimize  ya da sevgili bulma umutlarıyla birilerine hediye edişlerimize  ;  yeni bulduğumuz bir plağı (İlk bulduğum orjinal Janis Joplin plağnıı mesela )  , cd’yi ya da kaseti nadide bir tarihi eser gibi koruduğumuz ,kaçırdığımız, ilk kez dinlerken  plağa  iğnenin ilk temas ettiği o anda , ilk çıtırtıda  heyecandan titrediğimiz ve yeni bir grubu ya da türü keşfettiğimiz   o günlere götürüyor ( çok uzun bir cümle oldu farkındayım ama , hikaye hiç kısa değil ki ! O halde  Jane'den Together'ı ile soluklanın siz de ) .  Aynı mekanlarda takılan tiplerin birbirini tanıdığı , en azından birbirine aşina olduğu  o güzel ve özel günlere … Günler , geceler boyu  neredeyse içkiyle yıkanıp, yerlere yıkılırcasına  barlarda sabahladığımız zamanlara . Ayılmak için bile kahve yerine Bob Dylan'dan One More Cup Cafe dinlediğimiz sabahlara ... Geleceği pek de umursamadan, anı yaşayıp , rüzgarda savrulmanın dayanılmaz hafifliğini hissettiğimi o günlere ,  müziğin, içkinin ve karşı cinsin ana  etken olduğu o harika ( Burası kişiden kişiye değişir  tabii orasının güzelliği size kalmış . ) günlere götürdü .  Nick Hornby’nin 90’ların başında kitaba aktardığı Londra’da yaşadıklarını biz belki çok benzer ve de küçük nüanslarla  İstanbul’da yaşıyorduk .  Biz de müziği dinliyor , onu yaşıyor , sevgililerimizden ayrılıyor , yeni sevgiler buluyor , her birinin başında ya da sonunda  yine müzik dinliyor yine  kavga ediyor yine savaşıyor , her birinde yeni bir hikayeyi yeni bir şarkı ile taçlandırıyorduk . Örneğin White Snake'den " Don't break my heart again "  . Sonra yeniden başa dönüp yeniden başlıyorduk , hayat bir şekilde bizim içinde çokça benziyordu kitaptaki Rob ve arkadaşlarının hikayesine . Ve içimden bir " Soldier of fortune "dinlemek geçiyor nedense tam da burada ...

Bu yüzden bu kitap gerçekten   dinlenilen müziğin bilinçli ya da bilinç dışı, bir şekilde  hayatın her anında nasıl kendine yer bulduğunun  harika bir örneği . Her satır arasında bir şarkı , bir albüm , bir grup karşınıza çıkıveriyor . Okurken şarkılara ulaşabileceğiniz bir ortam yaratarak ilerlemenizi şiddetle tavsiye ederim . Bu satırları yazmak için kitabı yeniden gözden geçirirken, youtube’u kullandığımda   olay  daha başka bir boyut kazandı -bu yüzden yazıya kolaylık olsun diye linkleride ekledim üşenmeden -  . Zaten yazarı benim gözümde okuduğum şu ikinci kitabıyla kült yapanda bu olsa gerek . Sevdiği , tutkusu olan konuları samimi ve kolay okunabilir yazabilme yeteneği ( İlk okuduğum kitabı  da  bir başka çokça sevdiğimiz ve bildiğimiz bir konu yani futbolu ve Arsenal taraftarlığını hedefe koyduğu – meraklısının çok iyi bileceği -  Fever Pitch , bizde çıkan adıyla Futbol Ateşi ) ve tarzı oldu .

Uzun lafın kısası  şu ki dostlar - Tam da burada  Barış Manço aklımdan geçiveriyor ve " cacık" dinleyesim geliyor-  bu satırları okuyor ve belli bir ortak geçmişi paylaşıyor , belli de bir yaş seviyesinde iseniz  ( 35 ve üstü ya da civarları . Ama genç iseniz de bu orta yaş delikanlılarının geçmişine bir yolculuk şansı bulursunuz , kaybınız olmaz emin olun . ) ve hepsinden önemlisi , siz de hayatınızın en önemli kırılma anlarını anlatırken , yaşarken , ya da  anımsarken aklınıza bir şarkı -Mesela benim için Gary Moore'dan Still Got The Blues , Pink Floyd'dan Wish You Were Here , Steppenwolf'dan Born To Be Wild  -  bir albüm - GNR- Appitate for destruction -  bir grup  - Benim için The Doors -  geliyorsa  , siz de birilerine bir kaset çekip en iyilerinizi hediye etmiş iseniz , Nick’in bu kitabında kendinizden bir parça bulacaksınız  .   Yukarıda ki tarife uygun değilseniz bile o halde belki de   birileri bir zamanlar sizin için bir karışık kaset hazırlamış ve de  size hediye edilmiştir kim bilir ? Bunu yaparken ne düşündüklerini , ne yaşamış olabileceklerini merak etmez misiniz ? Uyarıyorum fazla romantizm ummayın , daha farklı bir gerçeklik sizi bekliyor olacak . Sürprizlere hazırlıklı da olmalısınız ! 

Bu sayfaların yazarlarının nasıl insanlar olduğunu biliyorsanız ne dediğimi çok iyi bildiğinizi çok iyi biliyorum demektir  ( J) ve bu kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum …

Tabi yazı böyle bitmiyor .  Yazarla işbirliği yapıyorum ve ( Gerçi onun bundan haberi yok ama bir gün tanışma ve görüşme fırsatı bulursak kendisine söyleyeceğim, onun adına size bir karışık kaset yaptığımı ,  merak etmeyin , sorun olmaz sanırım  J ) size bir karışık kaset hazırlıyorum  , buyurunuz ...


Ölümüne Sadakat  ( Ortaya Karışık Toplama 90'lık kaset * )

a-    YÜZÜ

5-       OtisRedding - You Left The Water Running

6-       MarvinGaye - Lets get it on

7-       Al Green - So tired of being alone

8-       LittleWalter - My Babe

B-       YÜZÜ

11-   BruceSpringsteen - Thunder Road

12-   Dusty Springfield - Look of love

19-   DonnyHathaway - The Ghetto



Bonus Track



     *  Kasedin kalan boşlıklarını siz doldurabilirsiniz  
   ** Yazı içindeki şarkı ve grup seçkileri bu satrıların yazarının seçkileridir.  
 *** Kaset seçkisi , kitaptan  derlenen seçkidir. 

Geronimo Yalnızkartal

2013 Kasım’ın ortası 

5 Kasım 2013 Salı

Gecenin Katarı'nın Şarkısı


Arada bir kendimce bir muzik  programı  yaparım durup dururken , gecenin derinliklerinde kaybolmuş saatlerde  başta kendim olmak üzeri tüm dostlarıma .  Bu kısa programın adı " Gecenin Katarı"dır . İçeriği de o anlık ruh halimden alır  .  Konsepti de adına uygun  bir katar ve onun çektiği vagonların taşıdığı yükler şeklindedir . Gecenin karanlığında yol alır ağır ağır , onun geldiğini yalnızca geceyi yırtan sesi ve karanlığa saldığı dumanından anlarsınız   .   Bizim “Gecenin Katarı”  tam  tamına on vagon çeker  . Bu her vagonda bir şarkı gece katarının yükünü  oluşturur ...

 
İşte öyle bir gecede yine katar haraket etmişti   bu defa yolunun sonunda istasyona yanaştığında bana aşağıdaki dizeleri hediye olarak bıraktı .

 
İşte  o dizelerle  katarın o gece ki yükü :


GECENİN KATARI' NIN ŞARKISI


Bazen mükemmel günler de kötü haberleri getirir


( Çalan Parça : Lou Reed -Perfect Day )   http://www.youtube.com/watch?v=QYEC4TZsy-Y

 
Tüm yelkenleri açarsın yola çıkmak üzeri ( sonsuzluğa )


( Çalan Parça : Dio - All The Fools Sailed Away )  http://www.youtube.com/watch?v=HdmwXsIjuPM

 
Ve birşeyleri ima ederek ...

 ( Çalan Parça : Queen - Innuendo )   http://www.youtube.com/watch?v=cpys1c3jCNs

 
O zaman sorarım sana "Fırtına senin aradığın şey olabilir mi? diye

 (Çalan Parça : The Doors - Riders On The Storm ) http://www.youtube.com/watch?v=k9o78-f2mIM

 
Dersin ki " Bütün gözetleme kulelerinden baksamda , önümü göremiyorum"

 ( Çalan Parça : Jimi Hendix - All Along The Watchtower ) http://www.youtube.com/watch?v=pJV81mdj1ic

Ya kör olmuşsam ? “

 ( Çalan Parça : Deep Purple - When A Blind Man Cries ) http://www.youtube.com/watch?v=YAZyjARWKzM

 
“Bil ki henüz birşey görmedin “ derim sana

 (Çalan Parça : B.T.O - You Ain't Seen Nothing Yet )http://www.youtube.com/watch?v=lJmBPCYt5LY


“Duymadın , bilmiyorsun  ... “

(Çalan Parça : Pink Floyd : Comfortably Numb )http://www.youtube.com/watch?v=y7EpSirtf_E

 
Ama şunu bil ki “ Halen yaşıyorsun”

 ( Çalan Parça : Pearl Jam - Alive ) http://www.youtube.com/watch?v=qM0zINtulhM

 
Ve sonsuza kadar  hür yaşayacaksın !
Çünkü ...

 (Çalan Parça : Steppenwolf - Born To Be Wild )  http://www.youtube.com/watch?v=5UWRypqz5-o

 

YAZAN :  Geronimo Yalnızkartal
2013 Kasım ayının ilk günleri ....

1 Kasım 2013 Cuma

Şafak Pavey

Dün Türkiye Büyük Millet Meclisinde tarihi bir gün yaşandı . Dört AKP'li bayan milletvekili  türbanları ile meclis oturumuna katıldılar .
 
Siyasi yorumlara girmeden  ŞAFAK PAVEY'in bence tarihe mal olacak ve bu eylimi yapanları ve yaptıranları  değerlendirdiği aşağıdaki konuşmasını bende kişisel bloğumda , kişisel tarihime onun ifadeleri ile not düşmek istedim . Pavey burada  özellikle muhteşem üslübu ve ifadeleri ile ayrıca son derece yerinde ve çarpıcı analiz değerlendirme ve yorumlarla bir araya getirerek bunu yapanları tarihe not ediyor .  Süreci ve geleceği birlikte yaşayacak bu ülke , nerelere varacağını hep beraber göreceğiz . Ama bu metin o anlamda tarihi bir belgedir bana göre . 
 
Ayak Adam
Kasımın ilk günü ...2013
 
 
İşte tarihi konuşma metni  :
“Sn Başkan, Değerli Milletvekilleri, 
Size bu konuşmayı; her şeyin yasak olduğu genel kurulda yapıyorum.... Ortalama yaşın 50 olduğu bir mecliste su içmenin dahi yasak olduğu bir genel kurulda çalışıyoruz. Yaşlı haklarının, hasta haklarının bile düşünülmediği bir genel kuruldan söz ediyorum.
1. Turist olarak bile gitmediğiniz coğrafyalarda, Afganistan’da, Yemen’de, İran’da, yıllarca türban kullanmaya mecbur edilmiş biri olarak yapıyorum. Mecliste pantolon giymesi, bir erkek vekil tarafından engellenmiş, bir kadın vekil olarak yapıyorum. Olmayan bacağı, erkekler tarafından siyaset sohbetine dönüştürülen biri olarak yapıyorum. Ve artık AKP’nin başı açık vitrin vekillerinin; emanet oyları, gerçek sahibelerine geri verme zamanının gelip çattığını düşünüyorum. AKP’ yi iktidara taşımış asıl kadınlarının meclis koltuklarını almalarının hakları olduğuna inanıyorum.
Elbette ülkemde sekülerizmin geleceği ile ilgili muazzam endişelerim var. Ama kaygım türbanla, kırmızı ruj arasına sıkıştırılmış semboller değildir.
2. Demokrasi paketinde aynı ideolojiyi paylaşan erkek polis doğal karşılanırken; türbanlı kadın polise yasak gelmesine çok şaşırmıştım. Daha vahim bir cinsiyet ayrımcılığı olabilir mi? Ben polisin başındaki türbandan değil, bana vaat ettiği şiddet geleceğinden korkarım.
Mecliste, Cem evi açmak için Diyanetten fetva isteyen anlayıştan korkuyorum. Yani bir inancın ibadet hakkını diğer inancın iznine bağlayan anlayıştan korkuyorum. Hukukun karşısına dini koyan anlayıştan korkuyorum.
Kadın özgürlüklerinden asla korkmam. Söylemek isterim ki; Özgür bir hayat çok yavaş kurulur ama çok hızlı yıkılır.
Tam da bu nedenle, çiçekli başörtüsü ve daracık pantolonuyla, Çamlıca parkının kuytularında, sevgilisiyle öpüşen genç kıza, özgürlüğünü Mustafa Kemal’e borçlu olduğunu hatırlatmak istiyorum.
Türbanla özgürlük ilişkisi bıçak sırtı gibidir. Bir yandan inanç özgürlüğünü temsil eder, öte yandan inanç baskısını. Birçok kadın inanarak örtünürken, birçok kız kendilerini kontrol eden aile güçleri tarafından zorla kapatılırlar.
Clinton, 2007 de “Kadın değişirse, gelecekte değişir”demişti. Hatta Emine Erdoğan o kadar beğenmiş olmalı ki; geçenlerde konuşmasında kullandı. Sosyal özgürlük alanlarımız, geleceğimizden çalınarak, birer birer imha ediliyor. Beş yaşında örtülen, on beş yaşında evlendirilen kızlarımıza bakalım. Geleceğimiz gerçekten kadınlarımızın hali üstünden, berbat bir şekilde değişiyor. Biz kültür olarak hiç önemsemeyiz ama her özgürlük aynı zamanda büyük bir sorumluluktur...
Türbanlı kadın vekillerden beklentim büyük; Mesela, ülkemin neden, kadın hakları konusunda dünyanın yüz yirmincisi olduğunu anlatmalarını bekliyorum. Neden, 57 İslam ülkesindeki toplam kadın hakları ortalamasının, tek başına Birleşmiş Milletlerde bile yer alamayan Tayvan seviyesine erişemediğini açıklamalarını bekliyorum. Bundan böyle; mini etek giydiği için işten atılan, sol kulağı küpeli olduğu için dövülen,dekoltesi bakanın hoşuna gitmediği için linç edilen, oruç tutmadığı için öldürülen, Hıristiyan olduğunu gizlemek için isimlerini değiştirenlerin güvenlikleri, herkesten çok bu kadın vekillere emanettir. Artık, türbanı bir insan hakları ihlalinden, bir insan hakları kazanımına dönüştürmek, onların sorumluluğudur..İnanç özgürlüğünün en büyük güvencesi, geleceğimizi dini rehberlikle kontrol etmek değil, kusursuz bir sekülerizmdir. Ne demek istediğimi,

3. Seküler Norveç’te doğup, ülkemde vekil olanlar anlayacaktır. Umarım ortak geleceğimize inanıyorlarsa hukuk ve sekülerizmin neden elzem olduğunu taraftarlarına anlatırlar. Lütfen hatırlayın, Ortadoğu da bizim seküler toplumumuz tek taş pırlanta gibi ışıldıyordu..
Oldukça merak etiğim bir ayrıntı var. İnanç gösteri için kullanılabilir mi? Büyük bir ruh temizliğinden doğan muhteşem bir tevazu ile yaşanması emredilmiyor mu? Buraya gelmeden önce, türbanlı vekillerimizin konuşmalarını taradım. Başkalarının özgürlüklerine dair tek bir kelime kullandıklarına rastlayamadım. Kendi inanç özgürlüklerine gösterdikleri hassasiyeti, Ruhban Okulu, azınlık okulları, cem evleri, bir inanç biçimin mundar olarak ilan edilmesi gibi sorunlu inanç alanlarında göremedim.
Mesela bilimin özgürlüğünü kelepçeleyen YÖK hakkındaki fikirlerini de bilmiyorum.
Ama şu hakareti bütün haberlerde duydum: “Başımı açarak, bir daha kirlenmeyeceğim.” Bu durumda başı açık olanlar kirlenmişler midir? İnanç üstünden öbürünü kirli ilan edebilmek kimin haddi olabilir?
4. Görülüyor ki bir arada yaşama efsanemiz çökmüş. Kibirden küfelik olmuşsanız, size benzemeyenin çığlığını nasıl duyacaksınız? Bir taraf, bir arada yaşamanın yolunu ararken; öbürü sindirmek, dönüştürmek, özgürlüklerini birer birer yok etmek istiyorsa; Bizi yok ettiğinizde; gelecek olimpiyat tanıtımına kimi koyacaksınız? Biz Sivas’ta yakılan, Gezi de vurulan, evlerine işaret konulan, hayat tarzından ötürü cezalandırılanlarız. Ama her nasılsa kronik mağdur sizsiniz..
Azınlığın çoğunluğu ezmesi sürdürülemez. Ama çoğunluğun azınlığı ezmesi sürdürülebilirdir.
Gerçekten bu ülkeyi korkunç bir akıbete sürüklemekten kaçınmaya niyetliyseniz; adaletle öç almak arasındaki farkı en kısa zamanda öğrenmelisiniz.
Türkiye Cumhuriyetinin gelmiş geçmiş en otoriter hükümeti nasıl oldu da, birkaç dakikasını almayacak olan iç tüzük değişikliğini yapmadı. Acaba planladığı gösterinin kavgaya dönüşmesini hayal ederek kazanacağı politik kar mı cazip geldi? Bunu bilemiyorum ama bir kanun yapıcı olarak ben iç tüzük değişmeden asla pantolon giymeyeceğim.Bizden çatışma bekleyenler için altını çiziyorum: Biz çatışmıyoruz, var olmak için direniyoruz.
5. Tarihe dönüp bakarsanız hepimizi neyin beklediğini göreceksiniz. Kendi yarattığınız radikal canavarın sizi de teslimalmasını; sadece bizim var olma mücadelemiz önleyebilir.Bundan sonrasını arif olanlara bırakıyorum..
Saygılarımla”
Şafak Pavey
CHP Grup Başkan Vekili – İstanbul Milletvekili
31 Ekim 2013 Tarihli Meclis Konuşması Metni